Ziller Çalacak
Zil çalacak... Sizler derslere gireceksiniz bir bir
Zil çalacak, ziller çalacak benim için,
Duyacağım evlerden, kırlardan, denizlerden;
Ta içimden birisi gidecek uça ese...
Ama ben, ben artık gidemeyeceğim.
Zil çalacak... Siz geminize, treninize gireceksiniz bir bir
Zil çalacak, ziller çalacak benim için,
Duyacağım iskelelerden, istasyonlardan bütün;
Ta içimden birisi koşacak ardınızdan....
Ama ben, ben artık gelemeyeceğim.
Sonra bir gün bir zil çalacak yine
Hiç kimseler kimsecikler duymayacak,
Ne sınıflar, ne iskeleler, ne istasyonlar, ne siz...
Ta içimden birisi kalacak oralarda
Ben gideceğim. Zeki Ömer DEFNE
Zeki Ömer DEFNE’nin bu şiirini ilk olarak ortaokul yıllarımda okumuştum. Ta o zamanlardan içime işlemişti. Ayrılığı çok güzel anlatır bu şiir.
‘’Zil çalacak… ziller çalacak siz derslere gireceksiniz’’
derken şair daha ilk dizede en sert darbesini vuruyor. Yıllarınızı verdiğiniz, gençliğinizi, orta yaşınızı, en güzel tecrübelerinizi önüne serdiğiniz mesleğinizi belki de aşkınızı bırakıyorsunuz ama o dönüp de bakmıyor bile... Hayat akıp gitmeye (Ziller çalmaya) devam ediyor. Ama şairimiz artık yok. O artık;
‘’Evlerden, kırlardan, denizlerden’’
duyacak çalan zilin sesini… Ta içinden bir ses -bir şeyler- gidecek oraya uça ese ama kendisi gidemeyecek o sesin ardından.
Ve sonra bir zil daha çalacak. Bu kez kimsecikler duymayacak
‘’Ne sınıflar, ne iskeleler, ne istasyonlar, ne siz(biz)...’’
Şairimiz kendi gidiyor o ‘’son zille’’ birlikte ama içinden birisini bizlere bırakıyor.
‘’Ta içimden birisi kalacak oralarda’’
diyerek.
Çok sevdiği mesleğinin son günlerinde yazdığı bu şiirle şair ayrılığın ne kadar zor olduğunu bizlere çok güzel anlatıyor. Ben de o gün fark ettim ayrılık diye bir şeyin varlığını… Bu şiirle…
Kimisi bir faniyi sever ondan ayrılırmış, kimisi işini çok severmiş, kimisi canını, kimileri de parayı filan…
Ama şunu öğretti geçen zaman bana. Bizim ayrılamadığımız bunlar değilmiş. Bizi sarıp sarmalayan firak eleminin sebebi alışkanlıklarımızmış. Bir şeye ya da bir kimseye o kadar bağlanıp o kadar alışıyoruz ki en sonunda onu ruhumuzun bir uzvu haline getiriyoruz. Sonra da diyoruz ki
‘’Ölüm Allah'ın emri de
Şu ayrılık olmasaydı’’
Halbuki insan doğuştan göçebedir ve insanın doğuşu en büyük, en acıklı ayrılıktır onun için aslına bakılırsa. Ana rahminden - o, dünyanın en huzurlu en güvenli yerinden- ayrılarak gelmedik mi dünyaya? Onun da öncesinde cennetten kovulmadık mı? Şimdi niye sızlanıyoruz ki?
Ve ruh sadece 21 gram ağırlığındaymış. Yani çok küçük bir cismi varmış. Yani ruhumuzun bizim sonradan sağdan soldan getirdiğimiz fazladan uzuvlara ne ihtiyacı varmış ne de onları taşıyacak mecali…
Kısacası dostlar ruhumuza iyi bakalım. Çevremizdeki insanlara, etrafımıza zarar vermeden yaşayabiliyor muyuz? Nasıl bilirsin diye sorduklarında bizim için bir başkasına, yarım ağızla da olsa iyi adamdır dedirtebiliyor muyuz? Evetse cevap, kağnı tekerleği ritminde bir hayat da bahşetmişse bize Yaratan daha ne olsun zaten...
Fotoğraf Kaynak: mabek.gov.tr |
Yazarın diğer yazıları için tıklayınız..
Hiç yorum yok
Yorum Gönder